Deprem Sonrası Yeni Hayat; Zorunlu Göç 

Göç Nedir? 

Savaş, hastalık, ekonomik buhran, siyasi gerilim, toplum düzeninin bozulması gibi durumlarda, aile ya da toplum olarak, bulundukları vatanı veya bölgeyi terk ederek yeni bir ülkeye veya bölgeye taşınma durumuna göç denir.  

Zorunlu göç ise savaş, şiddet, zulüm, doğa felaketleri ve kıtlık gibi sebeplerden dolayı yapılan göçtür

Deprem bölgesinde yaşam koşullarının zorluğu karşısında başvurulan ana stratejilerden biri de göç. İnsanlar hayatta kalma mücadelelerinin bir parçası olarak, çok sayıda risk barındıran afet bölgelerinden ayrılıyorlar. 6 Şubat depreminden sonra da dışarıya doğru çok yoğun bir nüfus hareketi olduğu gözlemlenmiştir. Devletin açıklamalarına göre 200 bin, bazı tahminlere göre üç milyon insan hayatlarını tehdit eden unsurları ortadan kaldırmak ve daha güvenli bir yere sığınmak için yıkılan kentlerini terk etmiştir. 

Göçün Sosyolojik Etkileri 

Afet sonrası nüfus hareketlerinde üç temel eğilim gözleniyor. İlki, ağır yıkıma maruz kalan kent merkezlerinden uzaklaşmak için, depremin hemen ardından görece daha güvenli olduğu düşünülen köylere olan göç. İkinci eğilim, deprem sonrasında hasar görmemiş komşu illere yönelen göç. Mersin, Diyarbakır ve Antalya bu açıdan önemli bölgesel çekim merkezleri. Özellikle Mersin çok sayıda depremzedenin hem yakınları olması, hem de istihdam imkânı sunması açısından en çok tercih edilen kent oldu. Son olarak da, İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere büyük kentlere yönelen göçten bahsetmek gerekir. Akrabalık bağları veya ekonomik imkanları olan depremzedeler, geçici olarak büyük kentlere sığınırken, bu uzak mesafe göçlerin diğerlerine kıyasla daha kalıcı olacağı öngörülüyor. Daha önceki depremlerden sonra yapılan araştırmalar, uzun mesafe göç etme kapasitesine sahip olan kişilerin zaman ilerledikçe afet bölgelerine geri dönme ihtimallerinin düştüğünü gösteriyor.  

Depremin yarattığı yıkımla bir mücadele biçimi olarak başvurulan göç, birçok risk ve belirsizliği de barındırıyor. Bir kısmı şimdilik geçici olduğu düşünülse de, en azından çok uzun süreye yayılacağını bildiğimiz bu büyük göçle yer değiştiren nüfusun ihtiyaçları da dikkate alınmalı. Zira artık doğrudan deprem bölgesinde olmasalar da, onlar da depremzede. 

Sosyal Adaptasyon Sürecinde Bizlerin Sorumlulukları 

Bu ihtiyaçlar listesinde başı çeken başlıklardan biri ise sosyal adaptasyondur. Peki bu zorlukların içinden geçerken onlara bir komşu, iş arkadaşı, okulda sıra arkadaşı olarak nasıl davranmalı, nelerden kaçınmalıyız? 

1.Yaşadığımız bir travmatik olay, (aynı kentte, aynı ülkede, aynı okulda) beraber olduklarımızın empatik bir tanıklığı olmadığında sahiden bir travma olur. Sosyal bir canlı olarak insanın başkalarına ihtiyacı tartışılmaz, başkalarıyla beraber olmak yaşamın sürekliliğini, sürdüğünü bize hatırlatarak ruhsal hayatımızı canlandırır. Başkalarının hayatlarına ilişkin zor kararlar verirken, zor anlar yaşadığımızda birkaç kişi beraber düşünmek, durumun hissettirdiklerini dile getirmek bir sonraki adımın ne olduğuna karar vermemizi, gerekeni yapmamızı kolaylaştırır. 

2.Kitleleri etkileyen afetlerde ruh sağlığı hizmetleri bildiğimiz modellerin dışına çıkmak zorunda kalır. Kamunun barınma, beslenme ve güvenlik görevlerini yerine getirmesini sağlamak ruh sağlığına dönük çalışmaların temel adımıdır. Ruh sağlığı hizmeti, uzmanın doğrudan depremzedeyle yaptığı çalışmanın çevresindeki halkaları da içermelidir. Birçok durumda anormal bir duruma normal reaksiyonlardan oluşan post-travmatik stres belirtileri toplumsal destek ve dayanışma ölçüsünde hafifler.  

3.Depremle birlikte zorunlu göç eden kişiler, geldikleri bölgelere hem kültürel adapte olmaya çalışırken hem de fiziksel, ekonomik ve sosyal yıkımların yanı sıra travmaya bağlı fizyolojik, bilişsel, duygusal ve davranışsal sorunlarla başa çıkmak için çaba sarf etmektedirler. Bu bağlamda, zorlayıcı bir süreçten geçtiklerinin bilincinde olarak travmatik tepkiler gösterebileceklerinin kabulüyle hoşgörülü ve empatik bir yaklaşım sergilemek uyum sürecini kolaylaştıracaktır. 

4.Okulların açılmasıyla birlikte öğrencileri karşılamaya hazırlanan öğretmenlerin endişelendiği sayısız konu arasında belki en zor olanı, kaygı vereni deprem bölgesinden göçüp gelen çocuklara nasıl yaklaşacakları. Kaygının nedeni fazlasıyla incinmiş bu çocukları “incitmemek”. Yanlış bir söz söylemek, yapmaları gereken bir davranışı yapmamak, uygun kaçmayacak bir soru sormak, çocuklara gülümsemek ya da gülümsememek, gözyaşlarını göstermek ya da göstermemek. Bunu ülkece sonsuz hissettiğimiz günlerdeyiz. Empati reflekslerimizdeki artış zihnimizde ‘incitmeme’yi bize sürekli hatırlatıyor, bu düşünce ile birlikte davranışlarımız sezgilerimizin bize yol göstermesiyle hoşgörü ile şekilleniyor. İncitme olasılığını aklımıza getirmemizle başlayan bu süreçte, bir depremzedeye yanlış bir söz ya da yanlış bir hareket yapmamız olasılığı giderek azalıyor.  

Bir hekim şu örneği veriyor, ‘enkazdan çıkartıldığı gibi gelen çocuğun elindeki yumuşak oyuncağı çamurlu diye elinden aldım, gel temizleyelim diye. Ardından çocuğun ağlamasını durduramadım, kendimi çok kötü hissettim.’ Hekim, kayıpları olan bir kişinin elinde ne varsa ona dokunmaması gerektiğini düşünememiş olmasına hayret ediyor. Normal şartlarda bir çocuğu korumaya uygun olan reflekslerimiz, travma anında bildiğimiz reçetenin dışına çıkılması gerektiğini göz ardı edebiliyor. Böyle zorlayıcı bir anda belki de tek yapılması gereken çocuk çamurlu oyuncağına sıkı sıkı sarılmaya devam ederken “yanında” sabırla kalmak ve bizi duymaya açık hale gelmesini beklemek. 

Zorunlu Göç Eden Kişilere Karşı Şu Cümleleri Kurmaktan Kaçının; 

  • Bu senin kaderin 
  • En azından sen hayatta kaldın 
  • Daha kötüsü de olabilirdi 
  • Bak tüm ailesini kaybedenler var 
  • Ağlama, güçlü dur. 
  • Her şey düzelecek (gereksiz olumlu telkin) 
  • Ölenle ölünmüyor 
  • Sen şanslısın bak kurtuldun 
  • Haline şükret 
  • Ağla rahatlarsın (yası yaşamaya zorlamak) 
  • Sakin ol 
  • Keşke şöyle yapsaydın (suçlu hissettirmek) 

Yazar: Psikolog Serra TEKAY 

Yola Çıkış Sebebimiz

Nerede, hangi vardiyada, kiminle ve ne işte çalışırsa çalışsın, konuşmaya ihtiyacı olduğu an yanında olmak.